23 Ekim 2011 Pazar

Beşiktaş Başkanı Şikeye Ceza Kalksın Diyemez!


Demez efendim diyemez. Herkesin başkanı diyebilir, Beşiktaş Başkanı diyemez. Şike yapmış olsa da diyemez. Beşiktaş ile şike kelimeleri başkası yapsa da yan yana gelemez.

Beşiktaş başkanı olmadan önce, insani duygulara sahip, adalete inanmış olmak gerekir. Oyuna, hayata leke sürecek herhangi bir çabanın tarafımızca sahiplenilmemesi, tam tersi, yerin dibine batırılması gerekir.

Bu oyunun adı UEFA tarafından "adil ve güzel oyun" diye konulmakta, oyunun adil ve güzel olması için kriterler, yazılı kurallar belirlenmekte ve önlemler alınmaktadır.

2000 yılına kadar Türkiye'de bu oyunun adil ve güzel olmasını, sadece vicdanlara yazılı ahlak kuralları ve o zamanlar adını kimsenin koymadığı duruşu ile sağlamaya çalışan Beşiktaş, doğal olarak oyunu karartan ve ahlaksızlaştıran faaliyetlerin de kurbanlarından biri olmuştur.

Gariptir ki, 2000 yılından sonra "Beşiktaşlı" denince akla gelen iyi huy ve özelliklerin zerresine sahip olmayanlar bu özelliklerin adını "Beşiktaşlılık Duruşu" diye koymuş, lakin bırakın bu tanımın içini doldurmayı, davranışlarıyla bu kavramı amiyane tabirle taşak malzemesi haline getirmişlerdir.


Aslında ayinesi iştir kişinin lafa bakılmazdan hareketle, basireti yaptıklarından menkul zatlardan adil, güzel ve vicdani karar ya da demeçler bekleyerek Beşiktaş taraftarı olarak kendimizi kandırsak da, uzatmayalım, Beşiktaş başkanının şikeye cezayı kaldırmaya teşebbüs etmesini rüyamızda görsek "hastirlan" diyeceğimizden dolayıdır herhalde hayal kırıklığımız.

Şikeye ceza kalksın demek, bu cezayı kaldırmak için teşebbüste bulunmak Beşiktaşlılıkla, aslında insanlıkla, uzaktan yakından ilgisi olmayan bir davranış biçimidir. Bu davranış biçimi hem Beşiktaş tarihine ihanet, hem de yeni Beşiktaşlı olanlara, geleceğin Beşiktaşlılarına verilebilecek en kötü örnektir.


"Şikeye ceza kalksın" demek çocuğuna aile terbiyesi verememekle, "çal, çırp, yalan söyle, dolandır çocuğum" demekle aynı şeydir. Beşiktaşlılık halı sahada maç yaparken bile topa elle müdahale ettiğinde veya top kendine çarpıp çıktığında kimse görmese, farketmese bile "El var!", "Benden çıktı" demektir.

Beşiktaş Başkanı'na düşen görev şikeye maksimum cezanın verilmesini sağlamak adına elinden gelenin en iyisini yapmak olmalıdır. En ağır cezayı talep etmelidir. Şikeyi Beşiktaş yapmış olsa dahi "Şeriatın kestiği parmak acımaz" demelidir. Aslı esasında, Beşiktaş isminin böyle iğrenç bir soruşturmada geçmesine neden olan bir başkan derhal istifa etmelidir!

21 Ekim 2011 Cuma

Bir Yönetici Düşünün


Bir yönetici düşünün ki, kendisinin önayak olduğu bir yasanın çıkarılmasının üzerinden 6 ay bile geçmeden tümden değiştirilmesini istesin. Bir yönetici topluluğu düşünün ki, bu çabaya imza ile desteğini bildirsin. Bir meclis düşünün ki, anayasası olmayan bir ülkede önüne ikinci defa gelen bu isteği dinlesin, görüş bildirsin. Evet, burası Türkiye. Burada şike de yapsanız ceza alamazsınız. Özellikle de büyük camialarsanız.

Futbolu yöneten kaymak tabakanın futbolun adaleti ile çok ilgileri olmadığını biliyorduk. Tribünleri rahatlatmak ve hakemleri baskı altına almak için yapılan maç sonu konuşmaları ve videolu sunumlar ile her yılın belli dönemlerinde mağdur pozisyonunda olmayı yeter gören yönetici tabakası, bu söylediklerini adli mercilerden duyarsa, ilgili kulubün arkasında dururmuş, bunu da öğrendik.

Evet, belki netleşmiş bir şey yok. Henüz iddianame bile açıklanmadı. İddianame açıklansa dahi sonucu belli belirsiz bir mahkeme aşaması bizi bekliyor. Ancak, bu denli baskının olduğu bir davada, tarafsız, adil bir karar alınmasını nasıl bekleyebiliriz ki? Adalet yönlendirilmiştir. Süreçten zararsız çıkması için bu kadar çaba sarfedilen kulübün yargılama aşamasında hakimlerin insiyatifiyle cezasız kurtulması o kulübün suçsuz olduğunu mu gösterecektir? Yoksa yıllar yılı süregelecek bir tribün kavgasının pimi mi çekilmiştir?

Sadece Beşiktaş’ın değil, Türkiye futbol camiasının en düzgün insanlarından Süleyman Seba’nın bir konuşmasında dediği gibi, “Adalete güvenmek lazımdır.” Ancak bunu şiar edinmiş bir camianın liderliğini üstlenen Yıldırım Demirören, şike suçlarının kişilere maledilmesini, kulüplerin bu işten zarar almamalarını sağlayarak, “futbolu kurtaran kişi” olacağını zannetmektedir. Beşiktaşlılık duruşu kavramına sıkı sıkıya bağlı olduğunu söyleyen bir taraftar grubuna sahip olan camia, o duruşu sadece işine geldiğinde kullanmaktadır.

Adil ve güzel oyuna inanan,  iyi huyluluğu, alçakgönüllülüğü kendine temel edinmiş insanların varlığının azaldığı Beşiktaş tribünleri oluşan bu durumu yalnızca meşhur besteleriyle mi geçiştirecektir? Futbolun iliklerine kadar pisliğe battığı şu ortamda, kulübünün üzerine sülük gibi yapışmış bir başkan tarafından yönetilen Beşiktaş’ın taraftarı, belki de sadece futbol taraftarları, protesto etmek için neyi beklemektedir?

Şimdi protesto zamanıdır. 

16 Ekim 2011 Pazar

Bir Emniyet Sübabı Olarak Sevmek


Doğru ya, seven insan sevdiği üzerinde sonsuz haklara sahipti. Sevdiği üzerindeki bu kudret, karşı taraf sesini çıkartmazsa  bitmek tükenmek bilmeyen değişimler, başkalaşımlara davet çıkarırdı. Sanki değişip dönüşen kişi, kurum, olgu artık O’ymuş gibi severdi. Kendisinin metalaştırdığı, heykelleştirdiği ve kendi istekleri doğrultusunda “yoktan” varettiği bir sevgili...

Bugün sevdiğini, yalnızca kendi sevdiğiymişcesine, dünyada kendisinden başka kimse yokmuşcasına hoyrat bir şekilde yerden alıp yere çalan, O’nu milyonların sevdiğinden başka bir hale büründüren bir başkan var.  Göreve geldiğinde, fabrikatör oğlu olması, belki de okuduğu koleji bitiremeyip babasının koleji satın alması ve bu yolla okulu bitirebilmesi, tam da “Aile Şerefi” filmindeki “Oktay” karakterinin; babasının mutlu olsun diye kadın, araba satın aldığı, işlediği cinayeti örtbas ettiği ahlak anlayışı ile örtüşse de, başarıyla kurgulanan tribünün içinden geldiği efsanesi (yalanı), onun kabullenilmesine büyük faydalar sağladı.


Bizler toplum olarak aramızdan çıkanı pek bir severiz. Sırf bu yüzden bazı insanlara boş yere güvenir, değer veririz. Ne oluyorsa sevmekten oluyor. Birisi seviyorum diye onu kullanıp makam, mevki sahibi olurken, diğeri yine onu kullanıp paralar kazanıyor. Hep birileri kullanıyor.  Sade vatandaş ise karşılık almadan seviyor. Bir yerde mutluluğuna ortak görse milyonları, ya da tek başına radyodan  dinlerken sobası çıtırdayan evinde bir alkış tufanı kopartsa, ya da uyuyamasa geceleri kafi.

Karşılık vermeden sevmeleri, sevmekten saymıyor yeni nesil.  İlla bir karşılık bekliyor, bazen pahalı harcamalar, bazen uğruna can feda. Biz ne canımızı ne paramızı, bazen nefessizliğimizi, bazen ise uykusuz gecelerimizi adadık Beşiktaş’a. Sevgimiz sorgulanmasın, diğerini müşterilikten farklı görmüyoruz çünkü. Yalnızca sevdik, hiçbir menfaatimiz olmadan, tüm menfaatçilere karşılık.

14 Ekim 2011 Cuma

Nasıl Bugünlere Geldik?

Beşiktaş’ın tüm temel taşlarının yerini değiştiren 2000 yılı sonrası süreçten sağ kurtulduğunu söylemek zor. Eski söylemini tümüyle geride bırakarak dünyada futbolun metalaşması sürecine paralel olarak medya, güç, iktidar, para eksenine doğru kayan camia, günden güne eriyerek bugünlere geldi. Tahvillerin ve banka hesabındaki hanelerin azalması ile ilişkilendirilemeyecek bu erime, Beşiktaş camiası tarafından sahip çıkılan “değer”leri vurdu ve bir “duruş” olarak Beşiktaşlılık, unutulmaya yüz tuttu.

Geçen 10 yıldan fazla sürede iki başkan, onlarca değişik yöneticinin görev aldığı yönetim kurullarında işlerin her zaman başkanın iki dudağı arası kadar cebinin iki yakası arasına da baktığını gördük. Türkiye şartlarında sürekli “tek adamlık” bir olmazsa olmaz olarak önümüze sürülse de, konunun para eksenine kayması nedeniyle, güç de gitgide binlerce insana karşı tek bir insanda yoğunlaştı. Bir iktidar aracı ve yer yer fondöten olarak paranın kullanımı, muhalifleri susturmanın yanı sıra, tüm ölümcül hataların üzerini örttü. Bu tür makyajlama, hedef şaşırtma ve hatalı bilgilendirmeler yüz kızarıklığını engellediği gibi, asgari meşru hareket imkânını da sağlar göründü.


Son dönemde çokça seslendirilecek olan “sevmek” fiili ise emniyet sübabı olarak karşımızda belirdi. Zira Başkanı ayrı taraftarı ayrı seviyordu Beşiktaş’ı. O nedenle Başkanın her şeyi yapmaya hakkı vardı. Muktedir de olduğuna göre, kafasına göre harcıyor, önüne gelene bir tekme atıyordu. Taraftar ise tepkisini göstermekten aciz, kulübün bekası uğruna Kartal Yuvalarında harcadıkça harcıyor, bir maç kaçırsa, aşkından yataklara düşüyordu.

Dediğim dedik çaldığım düdük anlayışıyla kulübü yöneten ve karşısında sağlam bir muhalefet bulamayan Başkan, bunların hepsini “yapılması gerektiği” için yaptığını, “camianın bunu istediğini” bu yüzden böyle davrandığını söylemiş, ancak gidenlere/gönderilenlere ödenen tazminatlar, durmadan feshedilen sponsorluk anlaşmaları, sürekli kabaran Başkan'a borç hanesi Beşiktaş’ı resmen bataklığa sürüklemişti. Avrupa futbol camiasında Beşiktaş, sürekli mahkemeler aracılığı ile paraların tahsil edildiği, hiçbir ödemenin zamanında yapılmadığı, buna mukabil bolca faizin kulüp kasasından çıktığı bir kulüp olarak tanındı. Bu ödemelerin hepsi tüm mecburiyetiyle ödenirken, Beşiktaş da yavaş yavaş prangalara dolanıyordu. Halka açık olduğu söylenen şirket, borsa kurallarına göre halka yüzdelik dilimler halinde açılırken, gitgide halktan uzaklaşıyordu. Elden giden yüzdelik hisse dilimlerine, manipulasyon ile birilerinin üzerinden para kazanmasına rağmen, bugün, sayılarla arası iyi olmayanın okuyamayacağı borçlara sahip olan Beşiktaş, kurul üyelerininin başlarını ellerinin arasına alıp düşünecekleri yerde, ellerini bilmeden, düşünmeden kaldırdıkları, bu yolla yönetimsel tüm hataları ibra ettikleri bir genel kurula sahipti.

İşte tam da bu noktada, transferle beslenen camiaya, sükse yaratacak transferler sunması “gereken” başkan ve çetesi, Portekizli çetesini buldu. Basında Beşiktaş haberleri rekor üzerine rekor kırıyor, herkes mutlu mesut yaşıyordu. Bir gün, asıl çete liderinin futbolcu değil de bir menajer olduğu anlaşıldı. O menajer ki, arka fonda neler döndüğü belli olmayan bir fon üzerinden Beşiktaş’a oyuncu transfer edilmesini sağlarken, bir yandan da Beşiktaş’ın nakit sıkıntısını gidermek üzere takımdaki oyuncuların yüzdelerini belli bir para karşılığı satın alıyordu.

Çetenin yönettiği Beşiktaş, bir temmuz sabahı kopan fırtınada yan aktörlerden birisi oldu. Türkiye futbolu üzerine kâbus gibi çöken şike skandalı, zamanla kişilerin kulüplerden ayrı düşünülmesi gerektiği düşüncesiyle bertaraf edilmeye çalışıldı. Çok değil, birkaç ay öncesinde “Sporda Şiddet Yasası”nın çıkarılması için salyalar çıkararak etrafa saldıran kulüp kodamanları, cezaların çok yüksek olduğundan dem vurarak yasa değişikliği için Meclis kapılarını aşındırmaya başladı. Yaz rehavetinden kaynaklanan bu U dönüş büyük bir çoğunluğun gözünden kaçtı. Dostluğun hakim olması ve el ele pisliğe karşı mücadele verilmesi gerekirken, kulüpler birbirlerinin pisliğini örtme yarışına girdiler. “Krizi fırsata çeviren” Başkan, başkanların başkanı olmuştu. Görevi de Fenerbahçe’nin “Aziz Yıldırım felsefesi”ne sahip çıkan ve Lig TV’nin yönettiği bir futbol camiasının pazar payını yükseltmek, pisliğin kökünü kazımanın yaratacağı kar kaybını, suya sabuna dokunmadan sünger çekerek tolere etmekti. Zira mesele, o rengin veya şu rengin meselesi olmaktan çıkalı çok olmuştu. Kulüpler yerine borsaya kote anonim şirketlerin varlığı, ligin bataklıktan çıkmasını engelliyordu. Başkan ise şikenin yanında durmuş, tek adamlığını da sağlamlaştırmak adına, yanında görev alan arkadaşını da ortadan kaldırmış olmanın getirdiği mutluluk ile tüm Beşiktaş camiasının bildiği, tüm Türkiye’nin ise öğreneceği keskin dönüşlerini kulüpler birliği üzerinde kullanmaya başlamıştı.


Bir de bu skandallar yetmezmiş gibi, taraftarlar arasında çıkan birkaç çatlak ses, play-off ile susturulmaya çalışılmış; kadınlara, çocuklara ücretsiz maç ve cezalı maçların kadın ve çocuklara oynanması gibi garabet kararlarla gündem manipüle edilmişti. Şimdi kimsenin gündemi şike değildi. Ancak tribünler dolmuyordu. Anadolu takımlarının tribünlerinin boş kalmasına alışkın olan Türkiye, büyük takımların geciken sezon açılışına rağmen dolmayan tribünleri ile tanıştı. Akil taraftarın tasfiyesini, bir başka deyişle müşterileşme sürecini geçtiğimiz on yılda tamamlamış Fenerbahçe tribünleri, şike olayıyla büyük yara almış kulübüne “hep destek-tam destek” mottosuyla ne görürse satın alarak yaklaşmış ve bu çizginin dışında kalmıştı belki ama Beşiktaş tribünleri kombinelere pek rağbet göstermemişti. Bunda şike skandalının yanı sıra yükselen kombine bilet fiyatlarının da etkisi büyüktü. Yıllar geçtikçe düşük gelirli taraftar profili tribünlerden dışlanarak, zengin, para harcayan bir taraftar profili oluşturulmaya çalışılmıştı. Ancak tribüne çekmeye çalıştıkları yüksek gelirli “taraftarlar” yüksek giderlere neden olmaktaydılar. Bu süreç bize parayı verip düdüğü federasyona üfleyen yayıncı kuruluşun güdümünde, para ve kazanç temelli, futbolun adaletinin ve kurallarının yerini başkanların çıkarlarına ve dahası görsel şovlara bıraktığı bir lig hediye etti.



Bizim öfkelendiğimiz ve harekete geçmemize neden olan konu ise Beşiktaş kulübünün bu durumun, düzenin karşısında durmamasıydı. Başkanını yetkili gözüken bir mevkiye yerleştiren Beşiktaş, durumdan faydalanmış gibi gözüküyor, tüm soruşturmaları, iflas etmiş mali bilançolarını, genel kurulun kuklalığı ile tribünlerin bilinçsizliğini gözardı edip, futbolu “kurtarmak” için çalışmaya başlıyordu. Bardağa düşen işte bu son damla, daha önceden düşünsek de harekete geçmemize engel olan “umut” bayrağını indiriyordu.

Artık Beşiktaş’ın düzeleceğine olan inancı sıfıra vuran bir avuç insan olarak Bereket ismine duyduğumuz özlemi insanlara tanıtmak, belki de günümüz Bereket’inin oluşturulmasına yardımcı olmak için harekete geçtik. Bereket bizim için tüm bu kirlenmiş, çıkar ilişkilerine yaslanmış olan futbol piyasasında, piyasadan olmayan, tertemiz, umut verici bir isimdi. Kaybolan umudumuzu Bereket’e yükledik ve birkaç arkadaş olarak omuz omuza verip, Bereket’i insanlara tanıtmak istedik.

Artık, Beşiktaş’ın tüm kukla kurullarını yerinde inceliyor, sizler için aksaklıkları gündeme getiriyoruz. İnsanlara Bereket’i kurgulamak için bir fikir ortamı oluşturuyoruz. Biliyoruz ki bir fikrin kabul görmesi için, sokaklardan çıkması gerekir. Biz sokakları konuşturmak, düşündürmek amacı ile hareket ediyoruz. Bu bağlamda “Halkın sokakları, Beşiktaş’ın tribünleridir!” düşüncesi ile bir mücadeleyi başlatıyoruz. 

Beşiktaş için devrim zamanıdır!

Manifesto


Futbol kulüpleri tüm dünyada tüketim toplumu ve popüler kültüre dayalı sistemin en sağlam dişlisi olarak, para kazanan ve para kazandıran birer şirkete ve yüksek giderlerini yüksek gelirler ile dengelemeye çalışan mekanizmalara dönüşmektedir. Bu döngünün gelir noktasının esaslı aktörünü oluşturan taraftarlar, kendilerine yüklenen bu tüketme görevini ifa ederken, bunun yeni giderler için bir kalem olduğunu düşünmemektedirler. Dolayısı ile taraftarlık kimliği tüketmekle ölçülürken, yapılan her bir harcama daha fazla harcamayı tetiklemekte ve kulüpleri çıkmaza sokmaktadır.

Futbol kulüpleri girdikleri bu mali çıkmazı, kulüpten hiçbir çıkarı olmayan taraftara ödeterek, sistemin içindeki tek amatör kitle olan taraftara, para kazanan sistemin diğer tüm öğelerini bazen futbol keyfi bazen de aşkı yüzünden finanse etmeyi bir zorunluluk olarak dayatmaktadır. Müşterileşen taraftar takımıyla olan bağını iyiden iyiye cüzdanıyla ifade etmeye başlamakta, bunu reddeden veya buna gücü yetmeyen taraftarlar ise sistemin dışına atılmaktadır. Özünde adil bir oyun olan futbol, giderek paranın ve iktidarın hegemonyasında bir orta oyunu hüviyetine bürünmektedir.  

İşte bu orta oyununda seyirci olmayı istemeyenler olarak tam da burada duruyoruz. Bu tüketim canavarını besleyerek büyütüp yeni harcamalara davetiye çıkartmadan, her kulübün kendine has kültürünün korunarak, değerlerinin üzerine inşa edileceği bir yapıda varolmayı umuyoruz. Kulüplerin şirketler olarak pazarlandığı, alınıp satıldığı ve iktidar sahiplerinin kulüpleri kendi keyiflerine göre dizayn ettikleri bir düzende taraftarlar hangi tutkunun peşinden koşabilir ki?  Biz farklı bir tutkunun peşine adadık kendimizi.  Adil, değerlerine sıkı sıkıya bağlı,  herkesin katılımcı ve dahası söz sahibi olduğu bir rüyayı elbirliği ile gerçeğe dönüştürmek için kolları sıvadık.  Futbolun yalnızca toplumların ve ekonominin afyonu olmadığı, bilakis hayat mücadelesinin ta kendisi olduğunu düşünüyor ve sizi de bu mücadeleye çağırıyoruz. Gelin birlik olalım.