14 Ekim 2011 Cuma

Nasıl Bugünlere Geldik?

Beşiktaş’ın tüm temel taşlarının yerini değiştiren 2000 yılı sonrası süreçten sağ kurtulduğunu söylemek zor. Eski söylemini tümüyle geride bırakarak dünyada futbolun metalaşması sürecine paralel olarak medya, güç, iktidar, para eksenine doğru kayan camia, günden güne eriyerek bugünlere geldi. Tahvillerin ve banka hesabındaki hanelerin azalması ile ilişkilendirilemeyecek bu erime, Beşiktaş camiası tarafından sahip çıkılan “değer”leri vurdu ve bir “duruş” olarak Beşiktaşlılık, unutulmaya yüz tuttu.

Geçen 10 yıldan fazla sürede iki başkan, onlarca değişik yöneticinin görev aldığı yönetim kurullarında işlerin her zaman başkanın iki dudağı arası kadar cebinin iki yakası arasına da baktığını gördük. Türkiye şartlarında sürekli “tek adamlık” bir olmazsa olmaz olarak önümüze sürülse de, konunun para eksenine kayması nedeniyle, güç de gitgide binlerce insana karşı tek bir insanda yoğunlaştı. Bir iktidar aracı ve yer yer fondöten olarak paranın kullanımı, muhalifleri susturmanın yanı sıra, tüm ölümcül hataların üzerini örttü. Bu tür makyajlama, hedef şaşırtma ve hatalı bilgilendirmeler yüz kızarıklığını engellediği gibi, asgari meşru hareket imkânını da sağlar göründü.


Son dönemde çokça seslendirilecek olan “sevmek” fiili ise emniyet sübabı olarak karşımızda belirdi. Zira Başkanı ayrı taraftarı ayrı seviyordu Beşiktaş’ı. O nedenle Başkanın her şeyi yapmaya hakkı vardı. Muktedir de olduğuna göre, kafasına göre harcıyor, önüne gelene bir tekme atıyordu. Taraftar ise tepkisini göstermekten aciz, kulübün bekası uğruna Kartal Yuvalarında harcadıkça harcıyor, bir maç kaçırsa, aşkından yataklara düşüyordu.

Dediğim dedik çaldığım düdük anlayışıyla kulübü yöneten ve karşısında sağlam bir muhalefet bulamayan Başkan, bunların hepsini “yapılması gerektiği” için yaptığını, “camianın bunu istediğini” bu yüzden böyle davrandığını söylemiş, ancak gidenlere/gönderilenlere ödenen tazminatlar, durmadan feshedilen sponsorluk anlaşmaları, sürekli kabaran Başkan'a borç hanesi Beşiktaş’ı resmen bataklığa sürüklemişti. Avrupa futbol camiasında Beşiktaş, sürekli mahkemeler aracılığı ile paraların tahsil edildiği, hiçbir ödemenin zamanında yapılmadığı, buna mukabil bolca faizin kulüp kasasından çıktığı bir kulüp olarak tanındı. Bu ödemelerin hepsi tüm mecburiyetiyle ödenirken, Beşiktaş da yavaş yavaş prangalara dolanıyordu. Halka açık olduğu söylenen şirket, borsa kurallarına göre halka yüzdelik dilimler halinde açılırken, gitgide halktan uzaklaşıyordu. Elden giden yüzdelik hisse dilimlerine, manipulasyon ile birilerinin üzerinden para kazanmasına rağmen, bugün, sayılarla arası iyi olmayanın okuyamayacağı borçlara sahip olan Beşiktaş, kurul üyelerininin başlarını ellerinin arasına alıp düşünecekleri yerde, ellerini bilmeden, düşünmeden kaldırdıkları, bu yolla yönetimsel tüm hataları ibra ettikleri bir genel kurula sahipti.

İşte tam da bu noktada, transferle beslenen camiaya, sükse yaratacak transferler sunması “gereken” başkan ve çetesi, Portekizli çetesini buldu. Basında Beşiktaş haberleri rekor üzerine rekor kırıyor, herkes mutlu mesut yaşıyordu. Bir gün, asıl çete liderinin futbolcu değil de bir menajer olduğu anlaşıldı. O menajer ki, arka fonda neler döndüğü belli olmayan bir fon üzerinden Beşiktaş’a oyuncu transfer edilmesini sağlarken, bir yandan da Beşiktaş’ın nakit sıkıntısını gidermek üzere takımdaki oyuncuların yüzdelerini belli bir para karşılığı satın alıyordu.

Çetenin yönettiği Beşiktaş, bir temmuz sabahı kopan fırtınada yan aktörlerden birisi oldu. Türkiye futbolu üzerine kâbus gibi çöken şike skandalı, zamanla kişilerin kulüplerden ayrı düşünülmesi gerektiği düşüncesiyle bertaraf edilmeye çalışıldı. Çok değil, birkaç ay öncesinde “Sporda Şiddet Yasası”nın çıkarılması için salyalar çıkararak etrafa saldıran kulüp kodamanları, cezaların çok yüksek olduğundan dem vurarak yasa değişikliği için Meclis kapılarını aşındırmaya başladı. Yaz rehavetinden kaynaklanan bu U dönüş büyük bir çoğunluğun gözünden kaçtı. Dostluğun hakim olması ve el ele pisliğe karşı mücadele verilmesi gerekirken, kulüpler birbirlerinin pisliğini örtme yarışına girdiler. “Krizi fırsata çeviren” Başkan, başkanların başkanı olmuştu. Görevi de Fenerbahçe’nin “Aziz Yıldırım felsefesi”ne sahip çıkan ve Lig TV’nin yönettiği bir futbol camiasının pazar payını yükseltmek, pisliğin kökünü kazımanın yaratacağı kar kaybını, suya sabuna dokunmadan sünger çekerek tolere etmekti. Zira mesele, o rengin veya şu rengin meselesi olmaktan çıkalı çok olmuştu. Kulüpler yerine borsaya kote anonim şirketlerin varlığı, ligin bataklıktan çıkmasını engelliyordu. Başkan ise şikenin yanında durmuş, tek adamlığını da sağlamlaştırmak adına, yanında görev alan arkadaşını da ortadan kaldırmış olmanın getirdiği mutluluk ile tüm Beşiktaş camiasının bildiği, tüm Türkiye’nin ise öğreneceği keskin dönüşlerini kulüpler birliği üzerinde kullanmaya başlamıştı.


Bir de bu skandallar yetmezmiş gibi, taraftarlar arasında çıkan birkaç çatlak ses, play-off ile susturulmaya çalışılmış; kadınlara, çocuklara ücretsiz maç ve cezalı maçların kadın ve çocuklara oynanması gibi garabet kararlarla gündem manipüle edilmişti. Şimdi kimsenin gündemi şike değildi. Ancak tribünler dolmuyordu. Anadolu takımlarının tribünlerinin boş kalmasına alışkın olan Türkiye, büyük takımların geciken sezon açılışına rağmen dolmayan tribünleri ile tanıştı. Akil taraftarın tasfiyesini, bir başka deyişle müşterileşme sürecini geçtiğimiz on yılda tamamlamış Fenerbahçe tribünleri, şike olayıyla büyük yara almış kulübüne “hep destek-tam destek” mottosuyla ne görürse satın alarak yaklaşmış ve bu çizginin dışında kalmıştı belki ama Beşiktaş tribünleri kombinelere pek rağbet göstermemişti. Bunda şike skandalının yanı sıra yükselen kombine bilet fiyatlarının da etkisi büyüktü. Yıllar geçtikçe düşük gelirli taraftar profili tribünlerden dışlanarak, zengin, para harcayan bir taraftar profili oluşturulmaya çalışılmıştı. Ancak tribüne çekmeye çalıştıkları yüksek gelirli “taraftarlar” yüksek giderlere neden olmaktaydılar. Bu süreç bize parayı verip düdüğü federasyona üfleyen yayıncı kuruluşun güdümünde, para ve kazanç temelli, futbolun adaletinin ve kurallarının yerini başkanların çıkarlarına ve dahası görsel şovlara bıraktığı bir lig hediye etti.



Bizim öfkelendiğimiz ve harekete geçmemize neden olan konu ise Beşiktaş kulübünün bu durumun, düzenin karşısında durmamasıydı. Başkanını yetkili gözüken bir mevkiye yerleştiren Beşiktaş, durumdan faydalanmış gibi gözüküyor, tüm soruşturmaları, iflas etmiş mali bilançolarını, genel kurulun kuklalığı ile tribünlerin bilinçsizliğini gözardı edip, futbolu “kurtarmak” için çalışmaya başlıyordu. Bardağa düşen işte bu son damla, daha önceden düşünsek de harekete geçmemize engel olan “umut” bayrağını indiriyordu.

Artık Beşiktaş’ın düzeleceğine olan inancı sıfıra vuran bir avuç insan olarak Bereket ismine duyduğumuz özlemi insanlara tanıtmak, belki de günümüz Bereket’inin oluşturulmasına yardımcı olmak için harekete geçtik. Bereket bizim için tüm bu kirlenmiş, çıkar ilişkilerine yaslanmış olan futbol piyasasında, piyasadan olmayan, tertemiz, umut verici bir isimdi. Kaybolan umudumuzu Bereket’e yükledik ve birkaç arkadaş olarak omuz omuza verip, Bereket’i insanlara tanıtmak istedik.

Artık, Beşiktaş’ın tüm kukla kurullarını yerinde inceliyor, sizler için aksaklıkları gündeme getiriyoruz. İnsanlara Bereket’i kurgulamak için bir fikir ortamı oluşturuyoruz. Biliyoruz ki bir fikrin kabul görmesi için, sokaklardan çıkması gerekir. Biz sokakları konuşturmak, düşündürmek amacı ile hareket ediyoruz. Bu bağlamda “Halkın sokakları, Beşiktaş’ın tribünleridir!” düşüncesi ile bir mücadeleyi başlatıyoruz. 

Beşiktaş için devrim zamanıdır!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder